Soru: "Avrupa Birliği'nin ve özellikle Fransa'nın sıklıkla üzerinde durduğu imtiyazlı ortaklık kavramı nedir ve ne amaçlanmaktadır?"
Avrupa Birliği, tam üyelik yolundaki Türkiye ile müzakerelere başlamadan önce ortaya atılan "imtiyazlı ortaklık" (İngilizcesi: privileged partnership Fransızcası: Partenariat privilégié), Türk kamuoyunda da gündemde olan bir kavramdır. Bu kavram üzerine yapılan birçok araştırma ve tartışma mevcuttur ve akademik düzeyde yapılan araştırmalar halen de devam etmektedir.
"İmtiyazlık Ortaklık" kavramının, Türkiye-AB ilişkilerinin son dönemlerinde oldukça fazla dile getirilmesinin nedenlerini detaylı bir şekilde irdelemekte fayda görüyorum.
Oldukça kısa şekliyle "imtiyazlı ortaklık", ilk defa, 2004'ün ilkbahar aylarında, Alman muhafazakar parti Hıristiyan Demokrat Birliği başkanı Angela Merkel tarafından ortaya atılan bir görüştür. Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği yerine daha farklı bir model ortaklık üzerinde duran bu düşünce, önceleri, Merkel'in "seçim öncesi siyasi kazanım elde etme" isteğinin bir parçası olarak görülmüştü. Ne var ki Almanya Federal Cumhuriyeti Şansölyesi Merkel, bu fikrini, seçimleri kazandıktan sonra da sıklıkla dile getirmiştir.
"İmtiyazlık Ortaklık" kavramı Türk kamuoyunda ve Türk hükümetinde, genel olarak, kabul görmese de AB'nin en önemli iki üyesi Almanya ve Fransa, bu ortaklığın hem Türkiye'nin hem de AB'nin "çıkarına" olacağını açıklamaktadır. AB Anayasası Projesi'nin mimarlarından Valéry Giscard d'Estaing ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, imtiyazlı ortaklığı, hem Fransa gündemine almakta hem de bu kavramın AP'de ve AB kurumlarında tartışılmaya açılması yönünde isteklerini belirtmektedir.
İmtiyazlı ortaklık konusunda ne Almanya veya Fransa'dan ne de diğer AB ülkelerinden "yeterli" açıklama gelmediğinden dolayı, bu konu 2004'ten beri "muğlakta" kalmıştır. Türkiye, bu imtiyazlı ortaklık kavramından AB'nin ne anladığını ve neyi amaçladığını bilmek istemekte "son derece haklı" olduğunu savunan birçok AB uzmanı, imtiyazlı ortaklığın temelde "AB içinde "istenmeyen adam" ilan edilen Türkiye'nin AB'ye "ne şart altında olursa olsun" tam üye olarak alınmaması" anlamına geldiğini açıklamaktadır. Bu bağlamda birbiri ardına yapılan açıklamalar ve röportajlar da, bu "gayri resmi isteğin" doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Türkiye'nin AB'ye tam üyelik müzakerelerinin başlamış olması da, bu açıdan, önem arz etmektedir. Zira Türkiye eğer AB'ye "bir şekilde" girerse, artık AB'nin elinde Türkiye'nin alınmamasına dair bir tartışma olmayacaktır. O yüzdendir ki Fransa ve Almanya gibi ülkeler, sıklıkla, Türkiye ile katılım müzakerelerinin "önü açık bir süreç" olduğunu, bu sürecin en az 15-20 yıl devam edebileceğini ve müzakereler başarıyla neticelense dahi tam üyeliğin hiçbir şekilde "garanti" olmadığını ifade etmektedir.
Aslında, Türkiye'nin AB'ye katılımına her fırsatta karşı olduğunu belirten Fransa ve şimdilerde Almanya, imtiyazlı ortaklıkla da, bir şekilde "Türkiye'yi AB'ye almama" fikrini kendiliğinden geçersiz kılmaktadır. Fransa ve Almanya gibi Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı olan ülkeler, Türkiye'ye neden açıkça "Türkiye, AB'ye üye olamaz!" diyememektedir? Daha müzakereler başlamadan Türkiye'nin imtiyazlı ortak olmasını açıklayan Merkel, orta ve uzun vadede neleri amaçlamıştır? İşte bu gibi sorular, hiç şüphe yoktur ki, yanıtlaması gereken sorulardır.
Genel kanaate göre imtiyazlı ortaklığın amacı, Türkiye'nin " kulübün kapı dışında kalmaması ama içeride de "serbestçe" dolaşmaması" olarak bilinmektedir. Türkiye söz konusu ortaklık ile, "kişilerin serbest dolaşımı", "malların serbest dolaşımı" ve "işçilerin serbest dolaşımı" gibi Avrupa Birliği'nin en temel özelliklerinden "maruz bırakılacaktır".
Bilindiği gibi şu ana kadar katılım müzakerelerine başlayan hiçbir ülke tam üye olmadan müzakereleri bitirmemiştir. Böyle bir imtiyazlı ortaklığın sıklıkla dile getirilmesi, söz konusu tam üyeliğin "önüne geçmek" için ortaya atıldığı söylenmektedir.
Bu kavramın, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir "sorun" ortaya çıkardığı açıkça bellidir. Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye'nin iç ve dış politik, ekonomik ve sosyolojik sorunları aşmadan, Türkiye ile "imtiyazlı ortaklığın bile" söz konusu olamayacağını ifade etmiştir. Birtakım imtiyazlar verilerek, temel özelliklerinden arındırılmış bir AB-Türkiye ortaklık fikrinin, AB yolundaki Türkiye'nin, AB'ye bakışını da olumsuz bir şekilde etkilemektedir.
AB üyeliğine "alternatif bir model" olduğu söylenen imtiyazlı ortaklık kavramı, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmasına muhalif olan gruplar tarafından şiddetle savunulması, Türk kamuoyunda ve hükümette "rahatsızlık" doğurmaktadır.
Özellikle 1 Mayıs 2004'te 10 ülkenin tam üyeliğe alınmasıyla "büyük bir genişleme" yaşayan AB, artık "uzun bir süre" genişlemeyeceğini gayri resmi olarak açıklamaktadır. Zira Bulgaristan ve Romanya'nın AB'ye alınması da AB içinde tartışılmıştır. Bazı uzmanlara göre de, AB'nin "sınırının" ne olacağı da sıklıkla tartışılırken Türkiye'nin tam üyelik yolundaki adımları, AB içindeki Türkiye karşıtlarını rahatsız etmektedir. Türkiye'nin AB'ye alınmasının Fas'a, Cezayir'e, Mısır'a ve İsrail'e "haksızlık" olacağını ve Türkiye'nin üyeliğiyle söz konusu ülkelerin de AB'ye alınması gerektiğini savunanların sayısı "azımsanmamalıdır". İşte burada tekrar Avrupalılık ve Avrupa Kimliği gibi kavramların hala "tartışmaya açık olduğu" ve "sınırların kesin olmadığı" ortaya çıkmaktadır.
İmtiyazlı ortaklığın, AB tarafından ya "vazgeçilmesi" ya da söz konusu kavramın ne olduğunun açıkça ifade edilmesi gerekir. Bu gibi gelişmeler ve tartışmalar, şüphesiz, Türkiye-AB ilişkilerine negatif etkiler doğurabilir. Bu etkiler, AB'ye de, bu tartışmaları sürdüren Fransa, Almanya, Avusturya gibi ülkelere de zarar verebilir. Gelecekte, bu konu, hem AB hem de Türkiye gündeminde uzunca tartışılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder