Dediğiniz gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini yorumlayan çoğu uzman, Türkiye'nin üyelikle neler kazanacağı ekseninde kalmaktadır. AB ile ilişkilerin tartışıldığı, üzerine konferansların, açık oturumların düzenlendiği konular genellikle Türkiye perspektifinden bakarak AB'yi yorumlama olmaktadır. Özellikle AB'ye giriş ile Türkiye'nin sahip olacağı iktisadi ve politik kazanımlar alanlarında yoğunlaşan tartışmalar ve münazaralar, hiç kuşku yoktur ki, AB'yi tanımak ve değerlendirmek için, oldukça yetersiz kalmaktadır.
Öncelikle Avrupa Birliği'nin Türkiye'de ne anlama geldiği üzerinde yoğunlaşmalıyız. Genel görüş, Türk halkının AB'ye ekonomik açıdan büyük bir refah kapısı olarak görmektedir. Aynı görüşü savunanlar, ayrıca, Türkiye'nin AB'ye girişiyle, AB ülkelerinde çalışabilmek ya da oturum izni alabilmek gibi kavramlar içinde kalmaktadır. Bununla birlikte AB'yi, sadece iktisadi gelişme veya istihdam kapısı olarak görmeyenlerin sayısı oldukça azdır. Bunun nedeni, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik buhranlar nedeniyle bunalmış insanların, AB'yi, ekonomi alanında, adeta bir "kurtarıcı" olarak görmeleridir.
Avrupa Birliği, 500 milyon nüfusu aşkın insanın içinde yaşadığı, ekonomik, politik ve sosyal bir örgütlenme olarak tabir edilmektedir. Nüfusunun çoğunu orta yaşta ve yaşlı insanlar oluştururken, doğum oranı son derece düşüktür. AB, günümüzde tam 27 ülkenin yer aldığı, dünyanın sayılı güçlü birliklerinden biri olarak tınılır. AB içinde, muhtelif halk toplulukları ve azınlıklar da yer almaktadır. Dini olarak ise, AB içinde, AB'ye tam üye her ülkenin çoğunluğunu, Hıristiyanlar oluşturur. Bu açıdan, sık sık, AB'nin bir Hıristiyan Kulübü olduğu varsayımı ortaya çıkmaktadır.
AB, 50 yılı aşkın ilişkilerde bulunduğu Türkiye'yi, 1999 yılında adaylık statüsüne getirmiş, 2005 yılında ise tam üyelik yolunda müzakerelere başlanmıştır. AB içinde Türkiye'nin üyeliğine oldukça farklı yorumlar ve tepkiler gelmektedir. Bu yorumlar ve değerlendirmelerin çoğunluğuna bakarak, AB halklarının birçoğunun, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasına karşı olduğunu görebilmekteyiz. Bunun nedenlerini ekonomik, politik, dini, kültürel, geleneksel, sosyal ve psikolojik olarak sınıflandırmak mümkündür.
Avrupa Birliği'nin muhtemel bir Türkiye üyeliğiyle kazanacakları konusu da yukarıdaki sınıflandırmaya tabidir. İktisadi, siyasi ve sosyal anlamda ve iş gücü temelinde bakılarak olası kazançları tahlil edebiliriz.
Bununla birlikte, siyasi anlamda da AB'nin birçok kazancı söz konusu olabilir. AB içindeki güçlü bir Türkiye, İslam alemine de iyi sinyaller gönderecek, gelişmemiş ya da az gelişmiş ülkelere model teşkil edebilecektir. Bölgesel ve kırsal anlamda kalkınmış bir Türkiye, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'nun istihdam sorununa çare olabilecek, yıllardır o bölgelerde hüküm süren terör olaylarının azalmasına ve -temennimiz odur ki- bitmesine önayak olabilecektir. Muhtemel bir üyelikle, aynı zamanda, demokrasi, temel insan hak ve özgürlükleri ile anayasal düzen konusunda ilerlemeler kaydedilebilir ve hukuk devleti düzeninin temelleri sağlamlaştırılabilir. AB normlarında yapılacak olan seçimler ve politik açılımlar da, Türkiye'nin gelişimine öncü olabilir.
Sosyal açıdan ise, AB yurttaşlığı kavramının çeşitliliği ve zenginliği tartışmaları, medeniyetler ittifakı olgusu, Türkiye'nin üyeliği ile farklı boyutlarda değerlendirilmeye başlanabilir. Sosyal sorumluluk projelerinin AB tarafından desteklenmesiyle sosyal devlet kavramı ülkemizde tam olarak oturabilir ya da geliştirilebilir.
Tarımdan ulaştırmaya, balıkçılıktan Gümrük Birliği'ne, bilim ve araştırmadan eğitim ve sağlığa kadar ülkenin sorunlarının çözümüne katkı sağlayabilecek olan bir AB, Türkiye'nin üyeliği ile dış dünyaya da siyasi bir mesaj verecektir. Orta Doğu ve Orta Asya'da hakimliğine başvurulan bir ülkenin AB içinde yer alması, AB'nin dış politika ve güvenlik konularında, uluslararası camiada, daha fazla söz sahibi olmasını sağlayabilir.
Türkiye'nin "çağdaş medeniyetler arasında" yer almasını hedef olarak alan politikacılar için, pek tabi ki de, AB üyeliği nihai bir erek olmamalıdır.
Ayrıca yukarıda yaptığımız tüm değerlendirmelerin ve yorumların, "olasılık" dahilinde yer alması gerekmektedir. Bütün bu gelişmelerin bir anda olamayacağı da iyi tahlil edilmelidir. Muhtemeller dahilinde ve AB perspektifi ile yapılan değerlendirmelerin, sık sık güncellenmesi ve mevcut duruma da uygun olması esastır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder