Soru: "1950'lerde 6 Batılı Avrupa ülkesiyle başlayan Avrupa Birliği süreci, günümüzde 27 ülkeyle sürmektedir. En batıda İrlanda'dan en doğudaki Yunanistan'a kadar genişleyen AB, ne tür aşamalardan geçmiştir ve bu güne nasıl ulaşmıştır?"
1950'lerde Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, daha sonraki süreçlerde sırasıyla Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Topluluğu gibi isimler alan Avrupa Birliği, ekonomik, politik ve sosyal açıdan bakılması ve incelenmesi gereken bir topluluktur.
Günümüz Avrupa Birliği'ni daha iyi kavramak için İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakmak gerekir. Bilindiği gibi, özellikle İkinci Dünya Savaşı, Avrupa kıtasını adeta "kasıp kavurmuş", milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, Avrupa paramparça olmuştu. Bu büyük savaştan sonra, 1946 yılının Eylül ayında, dönemin ünlü Başbakanı W. Churchill, Zürih'te bir araya geldiği Avrupa ülkelerine, "Avrupa Birleşik Devletleri'nin" kurulmasını teklif etmiştir. Bu tarihten sadece iki yıl sonra 1948'te Hollanda'nın Lahey eyaletinde toplanan Batılı ülkeler, politik ve ekonomik açıdan güçlü ve istikrarlı bir Avrupa'nın yaratılması gerektiğini savunmuşlardır.
Dönemin en etkin siyasetçilerinden Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schumann, 9 Mayıs 1950 tarihindeki tarihi ve önemli beyanatında, barış, istikrar ve ekonomi başlıkları altında güçlü ve tek bir Avrupa'nın yaratılmasını önermekteydi. Schumann, özellikle kömür ve çelik üretiminde başı çeken ve yüzyıllardır süregelen anlaşmazlıklar nedeniyle birbirlerine husumet besleyen ülkelerden Fransa ve Almanya'nın bu çatı altında barış içinde yaşamalarını öngörmekteydi. Nitekim bu beyanat, Avrupa genelinde büyük yankı bulmuş, Schumann sayesinde birtakım önemli somut adımlar atılmış ve ekonomik birliğin gerçekleşmesine zemin hazırlanmıştır. O yüzden R. Schumann, "AB'nin babası" olarak adlandırılır ve birçok Avrupa ülkesinde önemli sokak ve caddelere, okullara, müzelere R. Schumann adı verilir.
Yaşanan bu olumlu hava, ne ilginçtir ki, yine Fransa tarafından bozulmuştur. Avrupa Savunma Topluluğu'nun kurulmasına onay vermeyen Fransa, Avrupa Ekonomik Topluluğu döneminde de Başkan De Gaulle'ün anlaşmalarını tek taraflı olarak tanımamıştır. Bu açıdan bakıldığında Fransa'nın "iki başlı" bir siyaset izlediği açıkça görülmekteydi. Müreffeh bir yaşam isteyen Avrupa ülkeleri vatandaşları, birlik yolunda her türlü engelin demokratik yollardan aşılması gerektiği üzerinde durarak, Fransızları bir bakıma "frenlemişlerdir."
Birlik olma sürecinde sürekli sorun çıkaran ülkelerin başında Fransa yer almakta ve Fransa'yı da İngiltere izlemekteydi. Büyük Britanya Krallığı, Avrupa Birliği'ne giden yolda ciddi sorun ve muhalefetlerle, birliğin bir anlamda gelişimine ve ilerlemesine bir "set" koymuşlardır. Ekonomik açıdan olmasa da politik anlamda her türlü önemli kararlara karşı duran İngiliz Devleti, AB'nin iç ve dış politikalarına hala "sert" muhalefet etmekte olan ülkelerden biridir.
1951 yılında Fransa'nın girişimleriyle başkent Paris'te toplanan 6 Batılı Avrupa ülkesi - Fransa, Almanya(Batı), İtalya, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda - Avrupa için Kömür ve Çelik Antlaşması'nı imzalayarak AB'nin ilk adımını atmışlardır. Daha birkaç yıl öncesinde birbirleriyle savaşan bu ülkelerin böylesine ciddi ve ılımlı bir yaklaşım sergilemesi, şüphesiz, halkları da sosyal ve psikolojik açıdan birbirine yakınlaştırmıştır. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun başarısı, 6 yıl sonra, bu Topluluğa "Euratom" adıyla bir örgütlenme daha eklenmesine fırsat tanımıştır. Roma Antlaşması ile de AET'yi (Avrupa Ekonomik Topluluğu'nu) kuran ülkelerin temel hedefi ise, "Avrupa halkları arasında sürekli ve daha sıkı bir birlik" idi. AET ile birlikte, Avrupalı üye ülkelerin iktisadi anlamda büyük atılımlar yapması, üretim ve ticaretin oldukça hızlı ve etkili bir şekilde büyümesi ve genişlemesi, üye sayısının da artmasına yol açmıştı.
1992 yılında imzalanan Maastricht Anlaşması ile AKÇT, AET ve EURATOM birleştirilmiş ve hepsine AT (Avrupa Topluluğu) adı verilmiştir. İşte bu yüzden Maastricht Antlaşması'nın AB tarihindeki yeri ve önemi oldukça büyüktür. Bu arada, Topluluk, sadece iktisadi alanlarda değil, içişleri, adalet, dış politika ve ortak güvenlik alanlarında da örgütlenmeye hız vermiş ve AT çatısı altında bu konularda birçok kurum ve kuruluş faaliyet göstermeye başlamıştır. Özellikle Maastricht Antlaşması'ndan sonra "Avrupa vatandaşlığı" ve "Avrupalılık" gibi kavramlar kamuoyu düzeyinde tartışılmaya başlanmıştır. Ayrıca Maastricht Antlaşması'nın en önemli neticelerinden biri de, Avro'nun ortaya çıkmasıdır.
Yalnız, bu gibi önemli konuların birlik içinde birtakım sıkıntılar yarattığı da bilinmekteydi. Üye ülkelerin "ulusalcı kesimleri" AB'nin ulus-devlet yapısını yok etmekte olduğunu belirtiyorlardı. "Küçük" ülkenin iç ve dış politikalarda etkisizleştirilip, "büyük devletler" tarafından kullanılacağından endişe duyan AT üyeleri, ortak para, ortak güvenlik, dış siyaset ve Avrupa polisliği gibi birçok önemli konuları ülkelerinde sıkı bir şekilde eleştirmekteydi. Nihayetinde Maastricht Antlaşması her üye ülkede referandumla alınacak bir anlaşma oldu. Danimarka, bu antlaşmayı ilk turda reddetmesine karşı, ikinci turda ülkeye tanınan "ayrıcalıklar" sayesinde kabul edildi. Fransa'da da hemen hemen aynı sorunlar baş göstermekteydi. Bu tür sorunların en temel nedenlerinden biri, Avrupa Topluluğu hedeflerinin tam olarak ne olduğunun halk tarafından yeterince bilinmemesidir. Ayrıca Antlaşma'nın tanıtımı da oldukça zayıf kalmıştır.
1995 yılında Avrupa IV. genişlemesini tamamladı. Bu süreçte Avusturya, Finlandiya ve İsveç AT üyesi olurken, Norveç, referandumla AT'ye girmemeye karar verdi.
1997 yılında imzalanan Amsterdam Antlaşması ise ülkeleri politik ve ekonomik olarak "ayıran" bir anlaşma olarak kalmıştır. Anlaşma bazı ülkelere "derogasyonlar" sağlamıştır. Bu anlaşma ile bazı ülkeler "güçlendirilmiş işbirlikleriyle" kendi aralarında bir kutuplaşma yaşarlar. Doğal olarak bu durum da AT'nin ortak vizyonundan sapması anlamına gelir. Ne var ki daha sonra yapılan anlaşmalar ile bu türlü sıkıntılar kısmen de olsa giderilmeye çalışılmıştır.
2000 yılında Fransa'nın güneyinde yer alan Nice eyaletinde imzalanan Nice Antlaşması, esas olarak, oldukça önemlidir. Söz konusu anlaşma ile AB kurumları yeniden şekillendirilmiş, AB Parlamentosu günümüzdeki halini almış, Bakanlar Konseyi ve Komisyon'un faaliyet ve yetki alanları arttırılmıştır.
2004 yılında eski 8 "doğu bloğu" ülkeyle birlikte ayrıca 2 ülkeyi de alarak 25 üyeye ulaşan AB, Bulgaristan ve Romanya'nın tam üye olmasıyla birlikte, 2009 itibariyle 27 üyeye ulaşmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder