28 Nisan 2009

Akdeniz Birliği Projesi ve Türkiye


Soru: "Özellikle son yıllarda Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından geliştirilip 44 ülkeyi kapsayan bir Akdeniz Birliği'nden bahsediliyor. Akdeniz Birliği hangi amaçla kurulmak istenmiştir? Söz konusu Birlik'te Türkiye'nin yeri ve konumu nedir?"

Akdeniz İçin Birlik(Union for the Mediterranean) ya da Akdeniz Birliği(Mediterranean Union), 13 Temmuz 2008 tarihinde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından kurulan bir örgüttür. Daha önce geliştirilen Avrupa-Akdeniz Ortaklığı'nın son aşaması olarak kabul edilen Akdeniz Birliği'nin kuruluş amacı, "Avrupa Birliği üyeleri ile Avrupa Birliği'ne üye olmayan Akdeniz ülkelerini tek Birlik'te birleştirmek" olmuştur.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından yoğun olarak desteklenen Akdeniz Birliği, bazı kaynaklara göre, Avrupa Birliği'nin "ikinci çalışmasını" temsil etmektedir. AB'ye üye olan 27 ülke birinci planda tutulurken, Avrupa Birliği'nin "Avrupalılık", "Coğrafi Konum" ve "Ekonomik, politik ve sosyal" kriterlerine "yeterince ya da hiç" uymayan Kuzey Afrika, Ortadoğu ülkeleri ile Türkiye, bu Birlik'te 2. planda yer alacaktır.

Akdeniz Birliği Projesi, ilk olarak, Sarkozy'in Cumhurbaşkanlığı seçimleri kapsamında ortaya attığı bir fikirdi. Seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı olan Sarkozy, Akdeniz Birliği için daha etkin adımlar attı. Afrika Birliği ya da Arap Birliği'ne üye olan devletlerle bir dizi müzakerelerde bulunan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin de bu Birliğe üye olmasını ve Birlikte etkin bir rol oynamasını destekledi.

Afrika ülkeleri ve Türkiye tarafından "yeterince desteklenmeyen ve kabul görmeyen" Akdeniz Birliği, gelen eleştiriler ve endişeler sonrasında, şekil değiştirerek "Akdeniz İçin Birlik" adını almıştır.

Her fırsatta ve her durumda Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmamasını savunan Fransa, Akdeniz Birliği'ni Türkiye'ye uygun görmektedir. Ayrıca bu Birlik sayesinde Kuzey Afrika ve İsrail gibi Ortadoğu ülkeleri ile "tam uyum ve ticari kalkınma" gerçekleşecektir. Avrupa Birliği'ne üye olan ülkeler tarafından desteklenen Akdeniz İçin Birlik Projesi, Türkiye'den aynı desteği ve ilgiyi görmemiştir. Bazı akademisyenler ve uzmanlar, Akdeniz Birliği Projesi'nin, Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye tam üye olmasını "arzulamayan" ülkeler tarafından geliştirilen bir "AB alternatifi" olduğunu belirtmektedir.

Projeyi kaleme alanlar tarafından Akdeniz Birliği Projesi, "asla AB'den ayrı" düşünülmemesi gereken ve "tek çatıda iki birlik" kavramında bir proje olarak değerlendirilmesi mümkün olan bir fikirdir. Türkiye'nin "AB sınırlarında Akdeniz Birliği için önemli bir yere sahip olması" bekleniyorken, Türkiye'nin bu projeye sıcak bakmaması, plan ve projeleri durma noktasına getirmişti. Türkiye, "kapalı kapılar ardında" yapılan "Türkiye'nin AB'ye değil Akdeniz Birliği'ne üye olmasını destekleme" yorumlarını ve değerlendirmeleri reddederek projeye girme konusunda "son ana kadar" tarafsız olma yolunu seçti. Daha sonra araya giren Fransa, Türkiye'ye "Akdeniz Birliği'nin AB'ye alınması mevzubahis olmayan ülkelere sunulan bir proje" olmadığının ve söz konusu projenin " Türkiye'nin AB'ye katılımını engellemeyeceğinin" garantisini verdi ve böylece Türk Devleti Akdeniz Birliği'ne üye oldu.

Birtakım kaynaklar, Akdeniz Birliği'nin nihai hedefinin, "AB'ye üye olması istenmeyen" ülkelerin bu Birlik'le ekonomik, politik ve sosyolojik anlamda çalışmasını öngörmek olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan bazı düşünürler Arap Dünyası'nda tepki ve eleştirilere uğrayan Akdeniz Birliği Projesi'nin temel ve asli hedefinin, "İsrail'in AB'ye üye olmasını sağlamaya çalıştığını" ve "büyük Avrupa ülkelerinin, Akdeniz ve özellikle Ortadoğu'daki nüfuzunu arttırmayı hedeflediğini" savunmaktadır.

Türkiye'nin, Akdeniz Birliği'ni, hem medya hem de kamuoyu düzeyinde "yeterince inandırıcı" bulmadığı aşikardır. Olası bir Avrupa Birliği üyeliği beklentileri, Akdeniz Birliği Projesi ile belki de "törpülenmek" istenmiştir.
Bu projenin mimarı Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin ülkesi Fransa, Türkiye'nin AB'ye karşıtlığıyla ün kazanmış bir ülkedir. Türkiye'nin AB'ye "hiçbir koşul ya da durum altında" alınmamasını şiddetle savunan bir Fransa, bu projenin içini doldurmak ve projeyi meşrulaştırmak için yoğun çalışmalar yapmıştır ve halen de bu çalışmalarına devam etmektedir.

Türkiye, bazı görüşlere göre Barselona Süreci'nin devamı olarak görülen söz konusu Akdeniz Birliği'ne kesinlikle üye olmalıydı. Bu, Ortadoğu'nun ve Akdeniz ülkelerinin ikdisadi ve siyasi anlamda gelişmelerinin en önemli yoluydu. Fakat Türk kamuoyu, esasen, bu Birliğin, ülkenin AB'ye üye olmasını gölgeleyeceğini ve bunun "içi boş bir proje" olduğunu düşünmekteydi. Ne var ki Türkiye, endişelerini direkt olarak Fransa ile yaptığı müzakerelerde dile getirerek, birçok kaynağa göre Fransa'dan garanti almıştır.

Akdeniz İçin Birliğin hedefinin aslında ne olduğu, ne için tasarlandığı, neleri amaçladığı konusunda tam bir karışıklık mevcuttur. Bu, büyük bir ölçüde, Fransa tarafından sürekli yenilenen Akdeniz Birliği projesi taslağının yarattığı bir sonuçtur. Akdeniz'de bir birliğe, taslağa göre, neden Avrupa Birliği çatısında ihtiyaç duyulduğu ve ne gibi nihai hedefleri olduğu, yıllardır süregelen Fransa'nın veya Batılı ülkelerin politikalarıyla açıklanabilir. Akdeniz'de bir "nüfuz" yaratma düşüncesinin ve "bölge denetiminin" AB tarafından sürdürülmesinin Akdeniz Birliği'nin hedefleri arasında yer aldığını söylemek, herhalde, "garip" kaçmayacaktır.

İlerleyen zamanlarda, "Akdeniz İçin Birlik konseptinin" içinin doldurulacağını, her dönem bu proje ve Birlik hakkında AB'ye üye ülkelerin Türkiye ile ikili ya da çoklu müzakerelerde bulunacağını varsaymak, sanıyorum ki, yanlış olmayacaktır.

Akdeniz Birliği, Türkiye kamuoyunda, politik, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik anlamda etraflıca tartışılması ve irdelenmesi gereken oldukça önemli bir mevzudur.

26 Nisan 2009

AB ile Türkiye arasındaki mali konular


Soru: "Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi'nin imzalanmasından sonra Türk kamuoyu ve medyası, Türkiye'nin AB katılım sürecini daha sık değerlendirmeye başlamıştır. Türkiye'nin özellikle mali konularda AB'den ne gibi destek almaktadır ve muhtemel bir üyelikte Türkiye, AB'den iktisadi anlamda ne kadar destek alacaktır?"

Türkiye için Katılım Ortaklığı, ilk olarak, 1999 yılının Aralık ayında Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de imzalanmış, söz konusu belgede AB'nin memnuniyeti, tavsiyeler ve Türkiye ile arasındaki kısa-orta-uzun vadeli hedefler yer almıştı.

Mali konularda Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye verdiği kısa vadeli hedeflerin arasında, kamu harcamalarının denetlenmesi, IMF ve Dünya Bankası ilişkilerinin sürdürülmesi yer almaktaydı. Vergilendirme ve iç pazar konularında da Türkiye'ye, katılım öncesi, "yol haritası" çizen Birlik, orta ve uzun vadede, genel olarak, Türkiye'nin özelleştirme sürecini tamamlamasını, mali sektör reformlarının uygulanmasını, Avrupa Birliği Müktesebatının (acquis) her alanda olduğu gibi mali konularda da Türk hukukuna uyumlu hale getirilmesini istemekteydi.

Türkiye'nin mali konularda Uluslararası Mali Kuruluşlar ile işbirliğini arttırması, Avrupa Yatırım Bankası(AYB) ve Dünya Bankası'yla mali münasebetlerin devam ettirilmesi ve Ortaklık Anlaşması ve Gümrük Birliği'ne tam uyum ile aradaki bağların korunması ve mali politikaların ara vermeden sürdürülmesi, Avrupa Birliği tarafından isteniyordu. Söz konusu koşulların uygulanması da AB'nin ilgili komisyonları tarafından dikkatlice izleniyordu.

2008'de ise Türkiye ve Avrupa Birliği, Katılım Ortaklığı Anlaşması'nı imzalamış, o tarihten önce 2005 yılında da katılım müzakereleri 38 başlıkla açılmıştı. 4 yıllık süreçte, 38 başlıktan sadece 1'i -Bilim ve Araştırma başlığı- tamamlanmıştır. 9 başlık halen müzakere edilmekte, açılan 8 başlık ise AB tavsiyesi üzerine askıya alınmıştır. Askıya alınan başlıklar arasında, AB'nin kuruluş temelinde yer alan "Malların serbest dolaşımı" ve "Mali Hizmetler" var. "Gümrük Birliği" ve "Dış İlişkiler" başlığı da şu anda askıda bekletilmektedir.

euros Sorunuza değişik bir perspektiften bakmakta fayda görüyorum: Bazı görüşlere göre, Almanya'nın özellikle 2005 genel seçimler sonucu Başbakan olan Angela Merkel dönemi ile başlayan süreçte, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istememesi ve Fransa, Avusturya ve Polonya gibi "imtiyazlı ortaklık"tan bahsetmesinin nedeni, Türkiye'nin üyeliğe muhtemel bir katılımıyla birlikte Birlik içinde en fazla mali yardımı alacak olması, AB içinde büyük kaygılara sebebiyet vermektedir. 80 milyon nüfusa sahip Almanya'dan sonra Birliğin en güçlü ve en etkin ikinci üyesi olacak olan 70 milyonluk bir Türkiye, birçok uzmana göre Fransa'nın ve İtalya'nın "hiç de işine gelmeyecektir". Bu durum, Türkiye'nin belki de önünde duran en ciddi "AB engeli"ni teşkil etmektedir. Zira, 2004 Ocak'ta Birliğe, toplamları bir İstanbul ve Ankara toplamı kadar bile etmeyen 10 yeni ülke alınmıştır. Söz konusu ülkelerin Türkiye'ye nazaran en büyük "avantajları" nüfuslarının az olması ve Birlik içinde "çok fazla" söz sahibi olamayacaklarıdır. Bu ülkelere mali yardımlar da, söz konusu ülkenin nüfusuna ve kapasitesine eşit olarak verileceğinden, AB'ye yük olmayacaktır.

Ne var ki Türkiye, enerjiden sağlığa, sosyal projelerden balıkçılığa, mali hizmetlerden, hibelere kadar her alanda iktisadi anlamda destek alması, Avrupa Birliği bütçesini "epey" zorlamaktadır. Bazı kaynaklara göre AB'nin Türkiye'ye şu ana kadar toplam 10 Milyar Avro mali yardımı olmuştur. Şüphesiz bu, oldukça büyük bir rakamdır. Mali yardımlar, 1963'ten 1999 Helsinki zirvesine kadar Türkiye aday ülke olmadan verilen yardımları ve aday ülke statüsüne kavuştuktan sonra 2000-2009 yılları arasını kapsamaktadır. Bu da, AB'den Türkiye'nin hemen hemen her dönem ekonomik yardım aldığını göstermektedir.

Şu anda da, Avrupa Birliği, Türkiye gibi aday ülkelere, eğitimden sağlığa, enerjiden sosyal politika ve istihdama kadar her alanda yardım etmektedir. Bu yardımların ne kadarının Hükümetler tarafından "işlevsel" olarak kullanıldığı uzun süredir tartışılmaktadır.

Muhtemel bir üyelik durumunda Türkiye, Avrupa Parlamentosu'nda, Almanya'dan sonra en fazla parlamenter bulunduracak, böylelikle Fransa'nın yerine geçmiş olacaktır. Muhtemelen, bu durum da Fransızları, Türkiye'nin katılımına en fazla muhalif olan bir konuma itmektedir. En büyük ikinci üye devlet olacak olan Türkiye, AB'nin iç ve dış ilişkilerinden bütçesine kadar her konuda büyük söz sahibi olacaktır. Türkiye, bir bakıma, AB'de "Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı", Fransa ve İtalya gibi ülkeler ise, "Yönetim Kurulu Üyeleri" olacaktır. Bu, büyük Avrupa ülkelerini, hiç kuşku yoktur ki, tedirgin eden bir durumdur.

Türkiye'nin AB'ye katılımı, Türkiye'ye sadece Parlamento'da sandalye sayısında bir artışla getiri sağlamayacak, fakat aynı zamanda, AB bütçesinden de en fazla yararlanacak olan ülke konumuna da erişecektir. AB kaynaklarını idare ve kullanma, en fazla Almanya ve Türkiye'nin elinde olacaktır. Birçok uzman, en küçük ülkeden en büyük ülkeye kadar her kesimin bu kadar "Türkiye aleyhtarlığı" yapmasının nedenini, ekonomi ile açıklamaktadır.

Bu açıdan baktığımız zaman, AB içindeki Türkiye'nin üyeliğe katılımına karşıt olanları daha iyi mütalaa etme fırsatını yakalayabiliriz.

25 Nisan 2009

AB yolunda Türkiye'nin dış ilişkileri


Soru: "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma sürecinde dış ülkelerin tutumu ne şekilde yorumlanabilir?"

Hepimizin bildiği gibi Türkiye, 50 yıla yakın bir süredir, Avrupa Birliği'ne tam üye olmak için çalışmaktadır. Türkiye'nin 1960'larda başlayan AB üyelik başvurusu ve tam üye olma hedefi, günümüzde de tüm hızıyla devam etmektedir. Uzun soluklu ve çetrefilli bir yol olan AB'ye katılım yolunda Türk Hükümetleri, bazen son sürat ilerlemeler ve iyileştirmeler kaydetmiş, bazen müzakereler durma noktasına gelmiş, bazen de AB ile ilişkiler tamamiyle kopmuştur. Bununla birlikte Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefi, Türk kamuoyu ve medya tarafından yakından takip edilmiştir. Kaydedilen gelişmeler zaman zaman farklı yorumlamalara neden olmuş, fakat; kamuoyunun bu konudaki hassasiyeti her zaman oldukça yüksek olmuştır.

Avrupa Birliği, bilhassa Türkiye'nin 1999 yılında adaylığa kabul edilmesinden itibaren, hemen hemen her dönem Türk dış ilişkileri konusunda yorumlar, görüşler ve tavsiyelerde bulunmaktadır. 1980 öncesi ve sonrası dönemlerde iç sorunlar dışında, Yunanistan ile Türkiye'nin arasındaki sorunlar, Avrupa Birliği tarafından yakından takip edilmiştir.

Katılım Ortaklığı Antlaşması'ndan sonra daha da belirgin bir şekilde İlerleme Raporları ve Görüşler şeklinde dile getirilen Türkiye'nin dış ilişkilerle ilgili problemleri, defaatle Türkiye'nin önüne sunulmuştur. Günümüzde de devam eden tam üyelik müzakereleri çerçevesinde yapılması ve uygulanması gereken kural ve yasaları yakından takip eden Avrupa Birliği kurumları, Türkiye'nin dış ilişkiler konusunda "epey yol alması" gerektiğini mütalaa etmektedir.

Şu anda Birliğe tam üye olan 27 ülke, bu gelişmelere ortak olmuş, Türkiye'nin bu "aileye" girmeden önce, atması gereken son derece hassas ve önemli adımların var olduğunu belirtmiştir. Bu beyanatlar günümüzde de devam etmektedir.

Öncelikle, Avrupa Birliği'nin en büyük 2. ülkesi olan Fransa ile Türkiye arasındaki münasebetlere dikkat çekmek isterim.

Fransa ile Türkiye'nin geçmişi kimi kaynaklara göre 16. yy'a kadar dayanmaktadır. O dönem Osmanlı Devleti ile, özellikle III. Selim'in padişahlığı döneminde başlayan Fransız-Osmanlı ilişkileri ve dostluğu, Napolyon Bonapart'ın Mısır seferiyle bozulmuştu. Fransızlarla 18. yy'da yapılan ticaret anlaşmaları ve Kapitülasyonlar arayı düzeltmekte yeterli olmamış, iki devlet, biri İtilaf, biri de İttifak'ların yanında, I. Dünya Savaşı'nda karşı karşıya gelmiştir. Anadolu'da özellikle Kahramanmaraş, Gaziantep gibi Güneydoğu Anadolu bölgesinin en önemli yerleşim yerlerini Serv Antlaşması sebebiyle işgal eden Fransızlar, Türklere karşı mezalim yapmışlar, yalnız, yine Kahramanmaraşlılar ve Gaziantepliler tarafından ülkeden ayrılmak zorunda kalmışlardı.

Günümüzde ise, Fransa, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasına en çok karşı çıkan ülkeler arasında yer alır. Türkiye'nin özellikle Ermenistan ile ilgili sorunların "kabul edilemez" olduğunu ve "sözde soykırımın Türkiye tarafından derhal kabul edilmesi" gerektiğini savunan Fransa, Türkiye'ye, tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklığın verilmesini dilemektedir.

ab Fransa'dan başka, birliğe tam üye olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Türkiye'nin AB'ye katılımına sıcak bakmamaktadır. Bu "husumetin" nedeni, 1800'lere dayanmaktadır. Hatta Bizans İmparatorluğu'ndan itibaren bu iki halk sürekli savaşmışlardır. Fransız İhtilali'nin "ulus-devlet", "bağımsızlık-özgürlük" kavramlarını yaratması, tüm dünyaya olduğu gibi, Balkanlara da yayılmıştı. Yunanlar ve Rumlar özerklik ve daha sonra da bağımsızlık hayallerini yüksek sesle dile getirmekteydi. Yunanlar 1800'lü yılların ortalarında bağımsızlığa kavuşmuş, daha sonra, her fırsatta, Osmanlı Devleti'ne karşı, diğer Balkan Devletlerinin de bağımsızlık savaşına katılmalarını desteklemiştir. I. Dünya Savaşı, Yunanistan'ın Anadolu'da yenilgisiyle noktalanınca, Yunan Devleti, büyük bir "husumet" içinde, Türkiye'nin parçalanması ve Pontus Rumlarına özerklik verilmesi gibi hedefler peşinde koşmuştu. "Migali İdea" yani "Büyük Fikir", Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u 1453 yılında aldığından beri günümüze kadar gelen bir "Yunan Rüyası" olduğu söylenmektedir. Bu "fikir", Makedonya, Batı-Doğu Trakya, Ege Bölgesi, Marmara Bölgesi, Karadeniz Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi ile Ege Bölgesi'nde yer alan tüm adaları ve Kıbrıs'ı, bir "Helen İmparatorluğu" olarak görmektedir. Bu "fikre" göre İstanbul bir Helen İmparatorluğu başkentidir ve adı da Konstantinapolis'tir.

Bazı görüşlere göre, bu gibi "fikirlere" sahip ve "hedef"leri arasında olan bir Yunanistan veya GKRK(Güney Kıbrıs Rum Kesimi), pek tabi ki, Türkiye'nin AB'ye katılımına engel olmaktadır.

Dış ülkeler dediğimizde, bunun içine aynı zamanda büyük güçler de dahil olmaktadır. Dış ülkeler sadece AB ile sınırlı kalmamaktadır.

Türkiye'nin AB'ye katılımına en fazla desteği, şüphesiz, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere vermektedir. Bunun nedeni ise oldukça açıktır: ABD, II. Dünya Savaşı'ndan beri, Türkiye'yi "dost - müttefik" bir devlet olarak görmektedir. Sebebi, ABD'nin özellikle Türkiye'nin jeopolitik konumunun avantajları, Orta Doğu'ya politik yönden hakim olmasıdır. Şunu açıklıkla dile getirmeliyiz ki ABD, bir çıkar ortaklığı, çıkar müttefikliği yapmaktadır. Bu, su götürmez bir gerçektir. İngiltere ise, ABD kuruluşundan itibaren, her zaman, Amerika'nın yanında yer almıştır. Bu iki ülke, tek ülke gibi hareket etmekte, dış ilişkilerini müşterek olarak sürdürmektedir.

Bu devletlerin haricinde, Türkiye'nin AB'ye katılımını isteyen ülkeler yok denecek kadar azdır. Bunun birçok nedeni olabilir. Türkiye'nin büyük nüfusu, gelenek ve göreneklerin "Avrupalı" olmayışı, bazılarına göre dini sebepler, bazılarına göre Türkiye'nin AB'ye göre ekonomik ve sosyolojik anlamda "geri kalmış bir ülke" oluşu, nedenler arasında sıralanabilir.

Türkiye, Avrupa Birliği'ne katılma sürecinde, öncelikle dış ilişkiler konusuna, özellikle dikkat etmelidir. Türkiye, AB ülkeleri ile arasını her fırsatta geliştirmeli, dış ülkelerde Türkiye'yi "iyi tanıtmalı", turizmle "Türk misafirperverliğimizi" göstermeli ve üniversiteler arası ilişkilerimizi sıkı tutmalı, AB'li vatandaşları ülkemize davet etmeli, AB ile ortaklaşa akademik, sanatsal ve kültürel sempozyumlar düzenleyerek, ülkemizin gelişimine katkı sağlamalıyız.

Dış ilişkilerde sadece Türk Hükümetlerine değil bizlere de büyük görevler düşmektedir.

Dış ilişkileri geliştirmenin, şüphesiz en iyi yolu, kendimizi Avrupalılara "doğru" anlatmaktan geçmektedir. Ekonomik, politik ve sosyal konularda her zaman gelişime açık adımlar atmalıyız. Bununla birlikte, yurtdışında yaşayan Türk asıllı vatandaşlarımız da, çevresine Türkiye'yi ve Türk kültürünü tanıtmalı, elinden geldiğince, bulunduğu ülke vatandaşlarını ülkemize davet ederek, Türk kültürünü ve Türkiye'nin gelişmişlik seviyesini göstermeye yardımcı olmalıyız.

Avrupa Birliği ve Türkiye'nin tam üyeliği


Soru: "Bilindiği gibi Türkiye 1960'lardan beri Avrupa Birliği'ne tam üye olmak için uğraşmaktadır. Tam üyelik yolunda Türkiye'nin önündeki engeller nelerdir? Söz konusu engelleri aşmak için neler yapmak gerekir?"

Sorunuza geçmeden evvel, 1960'larda başlayan AB serüveninin en önemli ayaklarından bahsetmek istiyorum.

1980-1983 dönemlerinde Türkiye'nin, o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu ile ilişkileri, 1980 Askeri Müdahale'siyle durma noktasına gelmişti. Hatırlanacağı gibi, o dönemin katı ithalat ve ihracat politikaları ve büyük iç sorunlar, AT'nin Türkiye konusunda yeni girişimlere kapı açmasını oldukça zorlaştırmıştı. Demokratikleşme, insan hakları, iktisadi ve mali konular, malların ve kişilerin serbest dolaşımı ve Yunanistan'la ilgili sorunlar, Türkiye'nin AT'ye üyelik yolunda aşması gereken en önemli problemler arasında yer almaktaydı. Ne var ki, Türkiye, "hızlı ve aceleci" bir adım atarak, 1986 yılında AT'ye tam üyelik için başvuruda bulundu. 18 Aralık 1989'da AT Komisyon'u bu üyelik başvurusunun reddedildiğini, üyelik için Türkiye'nin muhtelif alanlarda yapması gereken birçok iyileştirmenin olduğunu belirtti. Bu reddetme, Türkiye tarafından, bazı görüşlere göre "biliniyordu"; bazı görüşlere göre "tam bir hayal kırıklığı" yaratmıştı. Dönemin etkin siyasetçileri, Komisyon'un söz konusu olumsuz kararını, Hükümet'in "beceriksizliğine" veriyordu.

Takip eden süreçte Türkiye, tek pazarın tesis edilmesi, Katma Protokol uygulamaları ve Gümrük Birliği Anlaşması gibi AB yolunda önemli atılımlar yapmış ve birçok antlaşma ve kararlarla reform sürecini hızlandırmaya çalışmıştır. Bu gelişmeler, doğal olarak, Avrupa Birliği tarafından memnuniyetle karşılanmış; ancak, çıkarılan yasaların "yeterince uygulanmayışı" eleştirilmiştir. Kurumlar arası birçok iyileştirme ve yenileme yapılmasına karşın, süreç, iç ve dış nedenlere bağlı olarak zaman zaman sekteye uğramıştır.

Türk kamuoyu ve Türk medyası, özellikle Gümrük Birliği Anlaşması ve Maastricht Antlaşması'nın imzalanması ile, AB'ye tam üyelik yolunda emin adımlar atan Hükümetlerin yanında yer almakta, AB yolunda Türkiye'yi, genel olarak, desteklemekteydi. 1996'da yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması, Türk medyası ve kamuoyunda büyük yankılar yaratmış, gazete ve televizyonlar en fazla 2-3 yıl içinde Türkiye'nin AB'ye tam üye olacağını dile getirmekteydi. Bilhassa 1999 yılında Türkiye'nin AB'ye üyeliğe kabul edilmesi, medya tarafından adeta bir zafer olarak kamuoyuna sunulmuştu. Ülkenin bir anda en üst gündemine oturan Avrupa Birliği üyeliği, birçok akademik platformlarda da tartışılmıştı.

web-avrupa-birligi-2 (1) Ne var ki AB, yayımladığı raporlar ve görüşlerle Türkiye'nin önünde aşılması gereken birçok sorun bulunduğunu ve tam üyeliğin "en iyi ihtimalle" 15-20 yılda tamamlanabileceğini ve katılım müzakerelerinin tüm başlıkları tamamlanmış olsa ve reformlar açısından hiçbir pürüz kalmamış olsa dahi, bu sürecin "ucunun açık" olduğunu belirtmekteydi.

Türk kamuoyunda gün geçtikçe azalan "AB üyeliği hayalleri", üye ülkelerin tutum ve söylevleriyle pekiştirilmektedir. Özellikle Fransa'nın Türkiye'nin üyeliğine hep karşı olması, her Fransız Hükümetlerinin ve cumhurbaşkanlarının Türkiye'nin AB üyeliğine karşıtlığı bilinmektedir. Fransa da dahil olmak üzere, Polonya, Danimarka ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi gibi birçok üye ülkenin, yapılacak olan olası bir referandumda "Türkiye'ye Hayır" diyeceğini herkes bilmektedir. Fransa ve bazı Batılı ülkeler, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmamasını, Türkiye ile ancak imtiyazlı ortaklık anlaşmasının yapılabileceğini açıklamaktadır.

Bazı vatandaşlarımız, Türkiye'nin AB'ye "her ne koşulda olursa olsun" girmesini dilemekte, AB'nin Türkiye'nin ekonomik kalkınma açısından önünü açacağını düşünmektedir.

Diğer taraftan bazı vatandaşlarımız, Türkiye'nin AB'ye girmesi ile "ulusal egemenliğin" tehlikeye atılacağını dile getirmektedir.

Bazıları ise, Türkiye'nin zaten hiçbir zaman AB'ye alınmayacağını, bunun nedeninin AB'nin bir "Hıristiyan Kulübü" olduğunu belirtmektedir.

Gördüğünüz gibi, AB'ye tam üyelik yolundaki Türkiye, katılım müzakerelerine hızla devam ederken, medya ve kamuoyu AB'den, genel olarak, uzaklaşmaktadır. Bazı görüşlere göre, şu anda, Türkiye'de AB'ye katılım konusunda bir referandum yapılsa, yüzde 55 oranında, AB üyeliğine karşı çıkacaktır. Tabi, bu oranlar, tamamıyla bir varsayımdır.

AB yolunda ekonomik, politik ve sosyal engeller mutlaka vardır, olacaktır. Bunları aşmanın yolu, bir yandan AB ile tam entegrasyonu sağlamak bir yandan da Türk kamuoyuna AB'yi, uygulamalarını ve hedeflerini açıkca ve samimi olarak anlatmaktır. Engelleri aşma konusunda yapılan her adım, olumlu karşılamalı ve daha demokratik, laik ve sosyal bir devlet olma yolunda gerekenleri yapmalıyız.

Türkiye'nin amacı, yalnızca AB'ye girmek için politik, sosyolojik, ekonomik reformlar yapmak değil, ülkenin "çağdaş medeniyetler" arasında yer almasını, uluslararası camiada etkin bir rol oynamasını ve yaşam düzeyinin diğer Avrupa ülkeleri seviyesine ulaşmasını sağlamak olmalıdır.

24 Nisan 2009

AB İlerleme Raporları


Soru: "Avrupa Birliği, Türkiye'ye periyodik olarak İlerleme Raporları(Progress Reports) sunmaktadır. Bunun anlamı ve kapsamı nedir? "

Avrupa Birliği, Maastricht Antlaşması ile sadece iktisadi anlamda bir birlik yerine hem ekonomik, hem sosyal hem de siyasal bir birlik olma yolunda ilerlemiştir. Bu olgu, günümüzde de, halen devam etmekte ve bunu gün geçtikçe daha da derinleştirmektedir. Bunu, tek AB Anayasa projesiyle pekiştirmek istemektedir.

Politik anlamda büyük bir güçler birliği yaratmaya çalışan AB, üye ülkelerin iç ve dış meseleleri hakkında da, ilerleme raporları(progress report), görüşler(avis) vb. gibi araçları, müzakereleri devam eden aday ülkelere düzenli olarak sunmaktadır. AB'ye aday ve tam üye müzakerelerine başlamış olan bir ülkenin, sadece dış ilişkileri ya da ekonomik gelişmeleri irdelenmemekte, aynı zamanda iç sorunlar hakkında da yorumlar ve öneriler sunulmaktadır. Aday ülkenin gelişimine göre düzenlenen ve periyodik şekilde sunulan bu raporlardaki görüş ve öneriler, aday ülkenin tam üyeliğe katılım müzakerelerine yön verir.

Avrupa Birliği, Türkiye'nin Ankara Antlaşması'nı imzalamasından itibaren düzenli aralıklarla ülkenin iç ve dış sorunlarına, ekonomik, sosyal ve politik gelişmelerine ayna tutan bir dizi raporlar hazırlamakta ve bunları Türk Hükümeti yetkilileriyle paylaşmaktadır. Hazırlanan bu raporlarda, klasik şablon, şöyle olmaktadır:

avrupa parlamentosu (1) 1) Raporlar, tıpkı bir araştırma-geliştirme departmanı yetkilileri gibi AB'li uzmanlar, Parlamenterler, Türkiye Masası Şefi ve özel olarak Türkiye ile müzakerelerden sorumlu olan Dönem Başkanları dahil birçok yetkili tarafından yazılmaktadır.

2) Raporda, temelde, Türkiye'nin, geçmiş dönem, şu anki durum ve gelecek döneme dair saptamalara yer verilir. Bu bağlamda raporlar, bir nevi, Türkiye'nin sosyal, iktisadi ve siyasi fotoğrafını çeker.

3) Rapor, geçmiş dönemdeki gelişmeleri anlatarak başlamaktadır. Klasik olarak, reformlar övülür, reformlara devam edilmesi istenir.

4) 2. bölümde, ülkenin statükosu yani mevcut durumu anlatılır. Yapılması gerekenler sıralanır. Bu bölümde, ülkenin yanlış uygulamaları, iç ve dış politikaları, ekonomik gelişmesi ve kalkınma durumu masaya yatırılır.

5) Son olarak, tavsiyeler sunulur. Gelecek dönemde yapılması istenenler madde madde sıralanır. Bir sonraki ilerleme raporuna dek bu uygulamaların tamamlanması istenir.

Görüldüğü gibi, AB, tıpkı bir Ar-Ge uzmanı gibi, aday ülkeyi hem enerjiden balıkçılığa, altyapıdan iç-dış ilişkilere uzanan geniş bir yelpazede araştırmakta hem de eksik hissedilen başlıkların ve fasılların geliştirilmesi için Türkiye'ye yol haritası çizmektedir.

Bu uygulama, AB'ye tam üyelik müzakerelerinden geçen her aday ülkeye uygulanan bir prosedürdür. Ne var ki bu raporların en kapsamlı, en detaylı ve en uzun olanları her zaman Türkiye'ye hazırlanmıştır. Bunun sosyal, ekonomik ve politik birçok nedeni vardır. Pek tabi ki, 75 milyon nüfusa ve büyük bir coğrafi konuma sahip bir Türkiye'nin müzakere süreci, nüfusu İzmir'den daha küçük olan eski Doğu Blok ülkeleri gibi kısa ve çabuk neticelenemez. Bu açıkça görülmesi ve ayrıntılı bir şekilde irdelenmesi gereken bir konudur.

Buna rağmen Türk kamuoyu, 1960'lardan beridir devam eden sancılı ve "ucu açık" bir sürecin, artık, asla tamamlanamayacağını ya da Türkiye'nin beklentilerinin "tam anlamıyla" karşılanmayacağını düşünebilmektedir. 1990'larda Türkiye, AB'ye şu andakinden daha olumlu bakmaktaydı. Süreç ilerledikçe ve AB'ye üye bazı devletlerin (Fransa örneğin) Türkiye'nin, AB'ye tam üyeliğine her zaman karşı çıkmaları ve defaatle, Türkiye'ye, sürecin "ucu açık" ve "kesin" olmadığını söyledikçe, Türk kamuoyu, normal olarak, bu gelişmelerden olumsuz etkilenmekte ve AB'ye üyelik umutlarının tükenmesine yol açmaktadır.

Türkiye, AB'nin periyodik olarak Türk Hükümeti'ne verdiği raporlar, ülkemizin, AB yolculuğu bakımından, geçmişten geleceğe ne gibi süreçler yaşayacağının fotoğrafını çekmektedir. Bu raporlar, AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yorumlanmasında özenle mütalaa edilmelidir.

AB ve ABD


Soru: "Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapısal yönden ne gibi benzerlikler vardır?"

Bilindiği gibi Avrupa Birliği'nin temelleri, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun kuruluşuyla atılmış, Roma Antlaşması, Tek Avrupa Senedi ve Maastricht Antlaşması gibi Avrupa Birliği'ni kuran Antlaşmalarla pekiştirilmiş ve Birlik tanımı genişletilmiştir. Yola Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg ile başlayan Birlik, bugün itibariyle 27 üye ülkeye, 23 farklı resmi dile, 500 milyona yakın nüfusa, 20 trilyon Dolara yaklaşan ticaret büyüklüğüne sahiptir. Tarımdan enerjiye, bölgesel kalkınma planlarından eğitim ve araştırmalara teşvike kadar birçok konuda üye devletlere yardım eden AB, tek pazar, ortak para birimi, rekabet gücü ve bütçesi ile dünyanın en gelişmiş birlikleri arasında yer alır.

Amerika Birleşik Devletleri de, 4 Temmuz 1776'da kurulan dünyanın ilk birleşik devletlerinden biridir. Kurulduğunda İngiliz Krallığı ya da Avrupa tarzı monarşi ile değil koloni idaresiyle yönetilen Amerika Birleşik Devletleri, 1860'larda İç Savaşlar yaşamış, parçalanmış ve dağılmıştı. Özellikle I. Dünya Savaşı'nda İtilaf Devletleri arasında yer alan Amerika, II. Dünya Savaşı'nda da Alman, İtalyan ve Japon devletlerine karşı büyük "zaferler" kazanmıştı. Bu "zaferler" ABD'yi dünyanın en üst noktasına taşıdı. Amerikan tarihinin en ciddi ve derin yaraları I. Dünya Savaşı ve 1929 İktisadi Buhranla yaşandı. Bu krizlerden çıkmasını bilen ABD, özellikle uluslararası camiada hatırı sayılır bir yer edinerek, dünyanın en saygın ve büyük birliklerine üye oldu. Üye olduğu uluslararası örgütlerin arasında Birleşmiş Milletler, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ve NATO gibi birçok muhtelif etkin birliklerde söz sahibi oldu. Günümüzde de dünyanın "süper gücü" olarak tanınan ve dünya politikasına yön veren ABD, özellikle Soğuk Savaş döneminden sonra, sahip olduğu ekonomik ve psikolojik gücünün şiddetini arttırarak uluslararası politikalarını sürdürmektedir.

Avrupa Birliği, doğal olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nin yaşamış olduğu politik ve ekonomik sorunları yaşamamıştır. Avrupa Birliği, kurulduğundan beri, topraklarında hiç savaş ve büyük iktisadi sıkıntılar yaşamamış, ABD gibi psikolojik ve sosyolojik buhranlar geçirmemiş, din veya ırk (siyah ırk- beyaz ırk) ayrışmaları veya mücadeleleri yaşamamıştır. Bu anlamda temelde birbirinden oldukça ayrı olan AB ve ABD, yapısal olarak birbirine birçok konuda benzemektedir.
showImage.php
Örnek verecek olursak, ABD, bilindiği gibi, 50 ayrı eyaletten oluşan "Birlikler Devleti"dir. Amerikan Doları'nı yani ortak bir para birimini kullanırlar. Her eyaletin kendi bayrağı vardır ve ABD bayrağının yanında göndere çekilir. Ortak bir pazara sahiptirler. Her eyaletin yasama, yürütme ve yargı sistemleri birbirinden farklı olsa da temelde tek bir senede (anayasaya) tabidirler. Her eyaletin kendine has bir parlamentosu ve devlet/hükümet başkanları vardır. "Özgürlükler ülkesi" kavramında birleşen ABD'nin herhangi bir eyaletinde yasaklanmış bir durum, komşu eyalette serbest olabilir. Bununla birlikte, askeriye ve savunma kavramları temelde tektir. Eyaletler birbirleriyle ekonomik rekabete girse de aynı amaç ve aynı hedefte oldukları için bir eyaletin ekonomik anlamda güçlü olması, doğal olarak, diğer eyalete de pozitif anlamda yansır. Tarım, enerji ve altyapı konularında her eyaletin kendi kuralları ve içtihatları vardır. Her eyaletin kendine özgün bir bütçesi ve harcamaları vardır.

Avrupa Birliği'ne gelecek olursak, Birlik, şu anda 27 üye ülkeden oluşmaktadır. Bu anlamda AB, ABD'nin tersine, bir "Devletler Birliği" özelliği taşımaktadır. Birçok Avrupa Birliği üyesi, ortak para birimi Avroyu kullanır. Her ülkenin kendi bayrağı olsa da her kurumda AB'nin 12 yıldızlı bayrağı yer alır ve ulusal bayrakla aynı hizada göndere çekilir. Her ülkenin yasama, yürütme ve yargı sistemi farklıdır. Ama AB'de yasamayı AB Konseyi ve AB Parlamentosu, yürütmeyi Avrupa Komisyonu, yargıyı ise Avrupa Adalet Divanı yürütür. Her ülkenin kendine ait bir savunma kavramı olsa da askeriye ve savunma birleştirilmek üzeredir. Üye ülkeler birbirleriyle iktisadi anlamda rekabet içinde olsalar da temelde aynı hedef ve amaçları güderler. Tarım, altyapı, enerji, balıkçılık vb. gibi birçok konuda AB Parlamentosu, üye devletlere sübvansiyonlar ve hibeler vermektedir. Bunun amacı, her üye devletin ekonomik kalkınmışlık düzeyinin eşit olmasının sağlanmasıdır. Üye ülkeler, iç konularda serbest bırakılmışlarsa da, Topluluk Müktesebatına uymakla yükümlüdürler.

Görüldüğü gibi AB ve ABD birçok alanda birbirine benzer karakteristik özellikler taşımaktadır. Yukarıda açıklamış olduğum benzerlikleri çeşitlendirmek mümkündür.

Bundan yola çıkarak, aslında, Avrupa Birliği'nin temel hedefi, Amerika Birleşik Devletleri modeline uygun bir model geliştirip, uluslararası rekabette daha fazla söz sahibi olmak istemesidir.

Bundan dolayı, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği içinde İngiltere gibi sadık ve dost müttefik kazanma yolunu tercih etmektedir. Bunun amacı, Birlik içinde ABD yanlılarının çoğalması ve ortak çıkarların gözetilmesidir. Bu sebeple ABD, her zaman Türkiye'nin AB'ye üyeliğini sonuna kadar desteklemiştir ve ileride de her zaman destekleyecektir. Bu, üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulması ve etraflıca irdelenmesi gerekilen oldukça özel bir konudur.

23 Nisan 2009

Avrupa Birliği'nin kuruluş nedeni


Soru: "Avrupa Birliği neden ve hangi tür amaç, hedef ve beklentilerle kurulmuştur?"
18 Nisan 1951 tarihinde Paris'te imzalanan ve 23 Temmuz 1952 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu Antlaşması, 25 Mart 1957'de Roma'da imzalanan Roma Antlaşması ve 7 Şubat 1992'de Maastricht'te imzalanan Avrupa Birliği Antlaşması, Avrupa Birliği'ni kuran antlaşmalar arasında en önemlileridir.

Öncelikli hedefleri arasında yer alan ticareti geliştirme fikrini ilk defa Roma Antlaşması ile ortaya koyan AB, daha sonra imzalanan Tek Avrupa Senedi ile birlikte "ortak pazar" fikrini geliştirmiştir. Amsterdam ve Nice Antlaşmaları ile birlikte günümüzdeki halini alan AB'nin kurulduğunda ilk amacı ticaret, ortak pazar, yaşam düzeyinin hızla yükseltilmesi idi. Özellikle Maastricht Antlaşması'yla birlikte Topluluk kavramı değişmiş, hedefler ve amaçlar çeşitlenmiştir.

Aslına bakacak olursak AB'yi kuran antlaşmaların temel fikri, Birliğe üye olan ülkelerin aynı müreffeh bir yaşam düzeyine sahip olmak için ekonomik, politik ve sosyal alanlarda gelişmeler ve iyileştirmeler sağlamaktır. Bu hedefle yola çıkan AB, günümüzde AB vatandaşlarının, refah ve varlık içinde hayatlarına devam etmelerini, Birliğe üye ülkeler arası gelişmişlik seviyesinin birbirinden çok farklı olmamasını amaçlar.
6216
Avrupalılık kavramında da açıklandığı gibi her ülkenin, muhtelif dillere, gelenek ve göreneklere, renklere sahip olması Avrupa'nın çeşitliliğini yansıtmaktadır. Bu anlamda çeşitliliği savunan AB, ekonomik gelişmeler ve iktisadi kalkınma gibi kavramlarda müşterek bir hedef benimser. Buna en çarpıcı örnek Tek Avrupa Senedi, ortak pazar kavramı, ortak para kullanımı gösterilebilir.

Kuruluş nedenleri arasında, belki de, geçmişte yaşanan Dünya Savaşları da eklenebilir. İki yıkıcı büyük savaşın merkezinde yer almış bir Avrupa, tarihinden bir ders çıkararak ortak bir zeminde buluşmanın ve barışı, refahı, güvenliği sağlamanın yolunu Avrupa Birliği'ni kurarak tesis etmeye çalışmaktadır. 1789 Fransız İhtilali ile başlayan "ulusalcılık" kavramı, sömürgecilikteki rekabetler gibi olgular Dünya Savaşları'nın da asıl nedenleri arasında yer alır. İşte, AB, hem her ülkenin ulusalcılık kavramını koruma altına almasını sağlamakta hem de uluslararası ticarette ortak harekat ile rekabetin önüne geçebilmektedir.

Her türlü ayrımcılığa, temel hak ve özgürlükler ile insan hakları ihlallerine karşı kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, geçmişte yaşanan talihsiz olayların bir daha asla yaşanmaması için çalışan Avrupa Kurumları'ndan sadece biridir. AB içinde her türlü iç mevzuatı, kararları ve yönergeleri inceleyen kurumlar da, üye ülkelerin AB'nin temel hedefinden uzaklaşmaması için denetleme yapmaktadır.

Avrupa Kimliği ve Türkiye


Soru: "Avrupa kimliği içinde Türkiye nasıl bir rol oynamaktadır ve ne ölçüde Avrupa tanımına dahildir?"

Kısaca, Avrupa tanımını bir kez daha hatırlayacak olursak; "Avrupa, üzerinde birçok ülkeyi barındıran ve ırk, dil ve din gibi muhtelif farklılıkları içinde bulunduran dünyanın en küçük kıtasıdır."
Daha geniş kapsamlı tanımımı, buradan okuyabilirsiniz.

Sorunun cevabından evvel öncelikle AB-Türkiye ilişkilerine kısaca göz atalım. Türkiye, Cumhuriyet'in ilanından bu yana, yönünü Mustafa Kemal Atatürk'ün "muasır medeniyetler seviyesi"ne çevirmiştir. Muasır ya da bir başka değişle çağdaş bir medeniyete sahip olma hedefi Türkiye Cumhuriyeti'nin öncü hedefi olmuştur. Türkiye, günümüzde en ileri ve gelişmiş ülkeler olarak kabul edilen Batılı devletlerin bir parçası olma yolunu kendine benimsemiştir. Bu bağlamda Türkiye, Batılı ülkelerin içinde yer alan Avrupa Birliği'ne dahil olma amacını taşıyarak, 1950'li yıllardan beri Avrupa Toplulukları ile yakın ilişkide bulunma siyasetini sürdürmektedir. Avrupa'nın ekonomik, sosyal ve siyasal konular başta olmak üzere her yönüyle gelişmişlik seviyesi, Türk dış politikasına büyük ölçüde yön vermiş, yıllardır büyük bir hedef haline gelen Avrupa Birliği'ne tam üyelik amacını devam ettirmiştir. Bu süreci zaman zaman iç-dış etkenler nedeniyle dondurmak zorunda kalsa da, Türkiye, hedefini gerçekleştirmek için birçok anayasal değişiklikler yapmış ve hemen hemen her konuda geniş ve kapsamlı reformlar gerçekleştirmiştir. Bu reformlar günümüzde de devam etmektedir.

Avrupa kimliği denilen kavram, bilhassa Avrupa Birliği öncesi Avrupa Topluluklarında dile getirilmeyen yeni bir olgudur. Bilindiği üzere, Avrupa Birliği, temellerini, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nda atmış, ilerleyen süreçte bu topluluğun kapsamı ve üyeleri genişlemiş, daha sonra da bu topluluğun devamı niteliğinde birçok yeni ve geniş topluluklar kurulmuştur. Önceleri sadece ticari anlamda herhangi bir topluluktan hiçbir farkı olmayan topluluğun kapsamı genişletilmiş ve üyelik kriterleri oluşmuştur. Birlik büyüdükçe, Avrupalılık kavramı tartışılmaya başlanmış ve Avrupa kimliği üzerine araştırmalar yapılması birlik tarafından teşvik edilmiştir. Avrupa kimliği düşünceleri temelde, Avrupa Birliği'ne dahil olan farklı ırklara ve farklı dillere sahip ülkelerin, ortak düşünceye sahip olmalarını sağlamaktır. abkimligi Bir bakıma her ülkenin müşterek bir paydada birleşmesini sağlayabilmek, ortak bir Avrupalılık kavramını geliştirip bu olgunun uluslar-üstü bir kavram haline dönüştürmek amaçlanmıştır. Avrupa Birliği'ne üye olan ülkeler, toprak bütünlüğü, ulusal kimlik ve milli değerler gibi kavramları, Avrupalılık kavramından sonra ele almaya özen göstermekte ve bu da Avrupa kimliğinin, ulusal kimlikten ayrışmasına yol açmaktadır. Türkiye'nin, hem coğrafi konum hem de Avrupalılık kavramı bakımından Avrupa Birliği'nde yerinin olmadığını savunan birçok Avrupa ülkesi vardır. İç işlerinde bağımsız dış işlerinde Avrupa Birliği'ne bağlı olan üye ülkeler, Avrupa'nın bir kimlik değerinin olduğunu, bu değere Türkiye'nin dahil olamayacağı üzerinde durmaktadır. Avrupa Birliği üyeleri, müktesebatta yer alan Avrupa kimliğinin, öncelikle coğrafi konum üzerinde kısıtlamıştır. Bu bağlamda Türkiye, coğrafi olarak Avrupa'nın parçası olarak kabul edilmemektedir. Bununla birlikte AB, Türkiye'nin, ne kadar Avrupalı olduğu, müktesebata ne kadar bağlı olduğu, Avrupalılık değerinde nerede bulunduğu ve insan hakları, anayasal kurallar ve iç-dış ekonomik, politik ve sosyal sorunların ne ölçüde çözümlendiğini sorgulamaktadır. Türkiye'nin içinde bulunduğu status quo, Avrupa Birliği ülkelerinin her anlamda kabul edemeyeceği bir durumu işaret etmektedir. Avrupa Birliği, ekonomik kalkınma, temel hak ve özgürlükler, anayasal eşitlik ve müktesebatın uygulanışı gibi birçok konuda kapsamlı ve nitelikli kriterleri bulunan geniş bir ailedir. Bu ailede yer alabilmek için üyeliğe aday olan ülkenin, müktesebata uyumlu olması ve Avrupalılık kavramını özümsemiş olması istenir.

Türkiye, yukarıda belirttiğimiz Avrupa kimliğine coğrafi konum ve reformların yeterince ve kurallara uygun uygulanması konusu haricinde, AB'ye üye ülke olmaya muktedirdir. Bununla birlikte, Türkiye'nin Avrupa kimliği içinde etkin bir role sahip olduğunun da altı çizilmelidir. Türkiye'nin AB'ye üye olması, AB'nin zenginliğine ve çeşitliliğine katkıda bulunacaktır. Kültürel zenginlik bakımından oldukça ileride olan Türkiye, AB'nin tek sesliliğini değiştirmeye olanak sağlayabilir. Avrupa Birliği, Avrupalılık kavramının birliğe üye olan her ulustan ayrı ve üstün bir noktada tutmakta, bu da; Türkiye'de yaşayan insanlarda milli değerleri kaybetme korkusuna yol açmaktadır. AB'ye göre, Avrupa tanımı içinde Avrupalılık en üstün kavram olarak yer almaktadır. Her ulusun ayrı ve kendine özgü kimliği olmasına rağmen, AB içinde Avrupalılık; Fransız, Alman veya İspanyol olmaktan daha önce yer almalıdır. Geçtiğimiz dönemlerde hazırlanan ve referanduma sunulan Avrupa Anayasası işte bu yüzden reddedilmiştir. Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan halk toplulukları henüz böyle bir fikre ve kavrama sıcak bakmamaktadır.

Varsayım üzerine düşünecek olursak, AB'ye üye olan Türkiye de, Avrupalılık kavramına ve bazı görüşlere göre olumlu ya da olumsuz kimlik dayatmalarına karşı çıkacaktır. Türkiye, AB'ye üye olarak, aslında müktesebatın yerine getirilmesini istediği her türlü kuralı ve kavramı uygulamakla yükümlü olacağını hatırlamalıdır. AB'yi, sadece ekonomik kalkınma aracı olarak görmek ve Avrupa kimliğini sadece iktisadi anlamda benimsemek, üye ülkeye çözülmesi oldukça zor olan yeni sorunlar yaratacaktır.

Avrupa Kimliği


Soru: "Avrupa'yı nasıl tanımlarsınız ve bunun için Avrupa Birliğini nereye yerleştirirsiniz?"

Soruyu cevaplamadan önce Avrupa kıtası üzerinde durmakta fayda görüyorum. Var olduğundan beri muhtelif insan topluluklarını kıtasında beslemiş olan Avrupa, bilindiği gibi, Dünyanın en küçük kıta olma özelliğini taşımaktadır. "Avrupa" ismini, Fenikelilerden Yunanlara geçen ve "güneşin battığı taraf"(1) anlamına gelen bir terimden almaktadır. Yunancada "Europa" olarak kullanılan bu isim, tarih öncesinde Ege Denizi'ne göre batıda yer alan ülkelere verilmiş. Doğu, Kuzey, Güney ve Batı olarak dörde ayrılan kıtanın üzerinde birçok ülke yer almaktadır. Avrupa Birliği kavramına gelecek olursak, 2009 itibariyle, 27 üye ülkeden oluşan, ticari, siyasi ve sosyal anlamda bir örgütlenmeden ve geniş bir aileden bahsetmemiz gerekir. Öncelikle 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı altında birleşen Avrupa ülkeleri, Roma Antlaşması ile Avrupa Topluluklarını yaratmıştır. Fransa, İtalya ve Benelüks (Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) ittifakında yola çıkan Birlik, yeni katılımlarla ve yeni ticari açılımlarla sürekli genişlemiş ve halen de genişlemesini sürdürmektedir. Avrupa Birliği'ne giden süreçte, Avrupa'nın hemen hemen bütün ülkeleriyle yakın ilişkiler içereside olan Avrupa Topluluğu, sınırını ve "Avrupalılık" kavramını şöyle sınırlamıştır:

1)Demokratik açıdan güvenlik: Üye ülkenin parlamenter demokrasiye ve insan haklarına saygı duyması ve sivil toplum örgütlenmelerine özgürlük vermesi öncelikli şartlar arasındadır.

2)Müktesebat(Acquis communautaire): Üyenin ekonomik olgunlukta, ekonomik ve parasal geçiş istikrarına sahip, siyasal ve idari altyapıların birbiriyle uyumu olması kuralına tabi, siyasal kadro hazırlığını yapmış ve Birliğin siyasi müktesebatını kabul etmiş ve uygulamaya geçirmiş olması gerekir.

3)Siyasal şeffaflık: Üye, birlik yetkileri genişlemesi ve kurumsal reformlar konusunda birikimli olması bununla birlikte milli çıkarlara açıklık getirmesi şarttır.

4)Avrupalılık: Üye olacak olan devletin Avrupa içindeki coğrafi konumu, ortak kültür mirası ve Avrupa Birliği ve Avrupa kimliği ruhuna sahip olması zorunludur. Yukarıda da belirtildiği gibi AB, üye olacak devletlerde birtakım şartlar aramaktadır.
ablilik
Bu koşulların yerine getirilmesi için konu başlıkları halinde düzenli raporlar ya da ilerleme raporları hazırlanır. Bu raporlarda, klasik olarak, öncelikle AB tarafından bir önceki dönemde yapılması istenen reformlardan bahsedilir, başarılı olan başlıklarda memnuniyet dile getirilir. Buna müteakip uygulamada çekilen sıkıntılardan bahsedilir. Sorun halen devam ediyor ya da yeterince kapsamlı bir neticeye varılamamış ise, ülkeye bu sorunlar bir daha hatırlatılır ve bu sorunların bir an önce çözüme kavuşturulması yönünde istek ve öneriler sunulur. Bu süreç katılım müzakerelerinin bitişine kadar böyle devam eder. Avrupa Birliği, üye olacak ülkenin öncelikle coğrafi konumuyla ve Avrupalılık kavramına sahip olup olmadığıyla ilgilenmektedir. Bir yandan Avrupa Birliği, kendi sınırlarını, coğrafi konum sınırlarıyla eş tutarken, bir yandan da diğer maddelerin uygunluğuna da önem vermektedir.

Avrupa Birliği kuruluş felsefesine bağlı olarak; Asya Birliği, Türk Birliği, Orta Asya Birliği, Afrika Birliği ve Arap Birliği gibi uluslararası örgütlenmelerden tamamen farklıdır. En temel fark Avrupa Birliği'nin uluslararası örgüt kategorisinden ziyade uluslar-üstü bir siyasi, ticari ve sosyal örgütlenme kategorisinde yer almasıdır. Bu açıdan AB, diğer benzer birliklerin aksine, dünyada tek örneği bulunan özgün bir örgüttür. Avrupa Birliği üzerine akademik araştırmalar yapan uzmanlar, Avrupa Birliği'nin gün geçtikçe, Amerika Birleşik Devletleri yapılanmasına benzediğini gözlemlemektedir. ABD, bilindiği üzere, 50 farklı eyaletten oluşan dünyanın en büyük birliğidir. Tek bayrağı ve tek sınırı olmasına rağmen, her eyaletin kendine has bir bayrağı ve sınırı vardır. Her eyaletteki yürütme, yasama ve yargı organı farklıdır. Mesela, herhangi bir eyalette yasaklanmış ve hapis cezası gerektiren bir durum, başka bir eyalette tamamen serbesttir ve herhangi bir cezayı gerektirmez. ABD örneği, günümüz Avrupa Birliği teşkilatlanmasına her yönden oldukça benzemektedir.

Bu, üzerinde ayrıca durulması gereken ayrı bir konudur.