26 Nisan 2009
AB ile Türkiye arasındaki mali konular
Soru: "Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi'nin imzalanmasından sonra Türk kamuoyu ve medyası, Türkiye'nin AB katılım sürecini daha sık değerlendirmeye başlamıştır. Türkiye'nin özellikle mali konularda AB'den ne gibi destek almaktadır ve muhtemel bir üyelikte Türkiye, AB'den iktisadi anlamda ne kadar destek alacaktır?"
Türkiye için Katılım Ortaklığı, ilk olarak, 1999 yılının Aralık ayında Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de imzalanmış, söz konusu belgede AB'nin memnuniyeti, tavsiyeler ve Türkiye ile arasındaki kısa-orta-uzun vadeli hedefler yer almıştı.
Mali konularda Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye verdiği kısa vadeli hedeflerin arasında, kamu harcamalarının denetlenmesi, IMF ve Dünya Bankası ilişkilerinin sürdürülmesi yer almaktaydı. Vergilendirme ve iç pazar konularında da Türkiye'ye, katılım öncesi, "yol haritası" çizen Birlik, orta ve uzun vadede, genel olarak, Türkiye'nin özelleştirme sürecini tamamlamasını, mali sektör reformlarının uygulanmasını, Avrupa Birliği Müktesebatının (acquis) her alanda olduğu gibi mali konularda da Türk hukukuna uyumlu hale getirilmesini istemekteydi.
Türkiye'nin mali konularda Uluslararası Mali Kuruluşlar ile işbirliğini arttırması, Avrupa Yatırım Bankası(AYB) ve Dünya Bankası'yla mali münasebetlerin devam ettirilmesi ve Ortaklık Anlaşması ve Gümrük Birliği'ne tam uyum ile aradaki bağların korunması ve mali politikaların ara vermeden sürdürülmesi, Avrupa Birliği tarafından isteniyordu. Söz konusu koşulların uygulanması da AB'nin ilgili komisyonları tarafından dikkatlice izleniyordu.
2008'de ise Türkiye ve Avrupa Birliği, Katılım Ortaklığı Anlaşması'nı imzalamış, o tarihten önce 2005 yılında da katılım müzakereleri 38 başlıkla açılmıştı. 4 yıllık süreçte, 38 başlıktan sadece 1'i -Bilim ve Araştırma başlığı- tamamlanmıştır. 9 başlık halen müzakere edilmekte, açılan 8 başlık ise AB tavsiyesi üzerine askıya alınmıştır. Askıya alınan başlıklar arasında, AB'nin kuruluş temelinde yer alan "Malların serbest dolaşımı" ve "Mali Hizmetler" var. "Gümrük Birliği" ve "Dış İlişkiler" başlığı da şu anda askıda bekletilmektedir.
Sorunuza değişik bir perspektiften bakmakta fayda görüyorum: Bazı görüşlere göre, Almanya'nın özellikle 2005 genel seçimler sonucu Başbakan olan Angela Merkel dönemi ile başlayan süreçte, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istememesi ve Fransa, Avusturya ve Polonya gibi "imtiyazlı ortaklık"tan bahsetmesinin nedeni, Türkiye'nin üyeliğe muhtemel bir katılımıyla birlikte Birlik içinde en fazla mali yardımı alacak olması, AB içinde büyük kaygılara sebebiyet vermektedir. 80 milyon nüfusa sahip Almanya'dan sonra Birliğin en güçlü ve en etkin ikinci üyesi olacak olan 70 milyonluk bir Türkiye, birçok uzmana göre Fransa'nın ve İtalya'nın "hiç de işine gelmeyecektir". Bu durum, Türkiye'nin belki de önünde duran en ciddi "AB engeli"ni teşkil etmektedir. Zira, 2004 Ocak'ta Birliğe, toplamları bir İstanbul ve Ankara toplamı kadar bile etmeyen 10 yeni ülke alınmıştır. Söz konusu ülkelerin Türkiye'ye nazaran en büyük "avantajları" nüfuslarının az olması ve Birlik içinde "çok fazla" söz sahibi olamayacaklarıdır. Bu ülkelere mali yardımlar da, söz konusu ülkenin nüfusuna ve kapasitesine eşit olarak verileceğinden, AB'ye yük olmayacaktır.
Ne var ki Türkiye, enerjiden sağlığa, sosyal projelerden balıkçılığa, mali hizmetlerden, hibelere kadar her alanda iktisadi anlamda destek alması, Avrupa Birliği bütçesini "epey" zorlamaktadır. Bazı kaynaklara göre AB'nin Türkiye'ye şu ana kadar toplam 10 Milyar Avro mali yardımı olmuştur. Şüphesiz bu, oldukça büyük bir rakamdır. Mali yardımlar, 1963'ten 1999 Helsinki zirvesine kadar Türkiye aday ülke olmadan verilen yardımları ve aday ülke statüsüne kavuştuktan sonra 2000-2009 yılları arasını kapsamaktadır. Bu da, AB'den Türkiye'nin hemen hemen her dönem ekonomik yardım aldığını göstermektedir.
Şu anda da, Avrupa Birliği, Türkiye gibi aday ülkelere, eğitimden sağlığa, enerjiden sosyal politika ve istihdama kadar her alanda yardım etmektedir. Bu yardımların ne kadarının Hükümetler tarafından "işlevsel" olarak kullanıldığı uzun süredir tartışılmaktadır.
Muhtemel bir üyelik durumunda Türkiye, Avrupa Parlamentosu'nda, Almanya'dan sonra en fazla parlamenter bulunduracak, böylelikle Fransa'nın yerine geçmiş olacaktır. Muhtemelen, bu durum da Fransızları, Türkiye'nin katılımına en fazla muhalif olan bir konuma itmektedir. En büyük ikinci üye devlet olacak olan Türkiye, AB'nin iç ve dış ilişkilerinden bütçesine kadar her konuda büyük söz sahibi olacaktır. Türkiye, bir bakıma, AB'de "Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı", Fransa ve İtalya gibi ülkeler ise, "Yönetim Kurulu Üyeleri" olacaktır. Bu, büyük Avrupa ülkelerini, hiç kuşku yoktur ki, tedirgin eden bir durumdur.
Türkiye'nin AB'ye katılımı, Türkiye'ye sadece Parlamento'da sandalye sayısında bir artışla getiri sağlamayacak, fakat aynı zamanda, AB bütçesinden de en fazla yararlanacak olan ülke konumuna da erişecektir. AB kaynaklarını idare ve kullanma, en fazla Almanya ve Türkiye'nin elinde olacaktır. Birçok uzman, en küçük ülkeden en büyük ülkeye kadar her kesimin bu kadar "Türkiye aleyhtarlığı" yapmasının nedenini, ekonomi ile açıklamaktadır.
Bu açıdan baktığımız zaman, AB içindeki Türkiye'nin üyeliğe katılımına karşıt olanları daha iyi mütalaa etme fırsatını yakalayabiliriz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder